Sosyolojide kullanılan veri toplama teknikleri nelerdir ?

Ece

New member
Sosyolojide Veri Toplama Teknikleri: Gerçekleri mi Ölçüyoruz, Yoksa Kendi Varsayımlarımızı mı?

Açık konuşacağım: sosyolojide veri toplama teknikleri denen şeyin “bilimsel” olduğuna inananlardan değilim. Bu cümleyle belki birkaç sosyoloğu kızdıracağım ama zaten tam da bu yüzden bu başlığı açıyorum. Çünkü bana göre, anketler, gözlemler, mülakatlar veya istatistiksel analizler sadece toplumun yüzeyini kazıyor — derinlere inmiyor. Üstelik bu yöntemlerin her biri, araştırmacının ön yargılarını, kültürel arka planını ve cinsiyet rollerini gizlice yeniden üretiyor. Gerçekten toplumun sesini mi duyuyoruz, yoksa kendi fikirlerimizin yankısını mı dinliyoruz?

---

Anketler: Sayılar mı İnsan mı?

Anket, sosyolojinin en popüler veri toplama yöntemlerinden biri. Ama dürüst olalım: kaç kişi anketlerde gerçekten içten cevap veriyor?

Bir düşünün, toplum baskısının güçlü olduğu bir ülkede “ahlak”, “inanç”, “kadın-erkek rolleri” gibi konularda sorulan sorulara insanlar ne kadar dürüst yanıt verir?

Sosyologlar rakamlara bakıp sonuçlar çıkarıyor, sonra o rakamlardan “toplumsal eğilimler” hakkında konuşuyorlar. Ama o sayılar, belki de sadece insanların “ayıplanmamak için” verdiği yanıtlar.

Daha da kötüsü, anket sorularını hazırlayan kişi zaten bir çerçeve çizmiş oluyor. Katılımcı, o çerçevenin dışına çıkamıyor. Yani veriyi değil, araştırmacının tasarımını ölçüyoruz.

Peki bu durumda “nesnellik” iddiası ne kadar geçerli?

---

Gözlem: Nesnellik mi, Voyörizm mi?

Katılımcı gözlem teknikleri genelde “derinlemesine anlama” amacı taşır. Ancak burada da bir ikiyüzlülük var. Araştırmacı, kendini gizleyip toplumu izlerken, aslında bir tür “sosyolojik voyer”e dönüşüyor. İnsanların davranışlarını gözlemliyor ama o davranışların ardındaki duyguları, korkuları, iç çatışmaları asla tam olarak bilemiyor.

Hele ki araştırmacı erkekse, gözlem sürecinde kadınların davranışlarını anlamlandırırken istemeden eril bir dil kullanabiliyor; kadın araştırmacı ise erkeklerin davranışlarını yorumlarken empatik ama bazen fazla duygusal bir çerçeve oluşturabiliyor. Bu cinsiyet farkı, yöntemin gücünü değil, zaafını gösteriyor: çünkü insan gözlemi, gözlemcinin kim olduğuna sıkı sıkıya bağlı.

Bir erkek araştırmacı gözlemde stratejik davranabilir — “Ben burada nesnel bir sistematik kuruyorum” der. Kadın araştırmacı ise genelde “Ben insanların hislerini anlamak istiyorum” yaklaşımında olur. İki bakış da değerli, evet; ama biri duyguyu dışlıyor, diğeri yapıyı ihmal ediyor. Sosyoloji bu iki uç arasında sıkışmış durumda.

---

Mülakatlar: Ses Kaydı mı, Gerçek İtiraf mı?

Mülakat teknikleri “insanı merkezine alan” yöntemler olarak sunulur. Araştırmacı sorar, katılımcı anlatır. Ama kim kime ne kadar açık olur?

Bir araştırmacıya “Kendinizi toplumda nerede görüyorsunuz?” diye sorulduğunda, çoğu insan sosyal olarak kabul gören bir cevap verir. Çünkü mülakat da bir tür sahnedir. Araştırmacı dinleyici, katılımcı ise performans sergileyen bir aktördür.

Kadın araştırmacı burada daha avantajlı olabilir; çünkü empatik yaklaşımı sayesinde insanlar daha fazla açılabilir. Ancak bu da bir ikilem yaratır: duygusal bağ arttıkça mesafe azalır, mesafe azaldıkça veri “bilimsel” olmaktan uzaklaşır. Erkek araştırmacı ise bu duygusal mesafeyi korumakta iyidir ama bu kez derinliği kaybeder.

Yani empatiyle yaklaşmak veriyi zenginleştirir ama aynı zamanda bozar. Mesafe korumak veriyi saflaştırır ama yüzeyselleştirir. Hangisini seçeceğiz?

---

Belge İncelemesi ve Dijital Veri: Nesnelliğin Yeni Maskesi

Artık sosyologlar sosyal medya verilerini analiz ediyor, tweet’lerden toplumun ruh halini ölçüyor. “Big Data” sosyolojinin yeni gözdesi.

Ama bu da başka bir yanılsama değil mi? Algoritmaların yönlendirdiği, filtre balonlarının belirlediği veriler ne kadar “toplumu” temsil ediyor?

Sosyolog artık sahaya çıkmıyor; masa başında grafiklerle konuşuyor. Ama bu grafikler, bir insanın gözündeki öfkeyi, yalnızlığı, çaresizliği anlatmıyor.

Dijital veri, insanın ruhunu değil, sadece dijital izini kaydediyor. Bu durumda sosyoloji giderek bir tür “teknolojik bürokrasi”ye dönüşüyor.

---

Peki, Gerçek Toplumsal Gerçek Nedir?

Belki de asıl sorun “veri” kavramında. Çünkü veri, her zaman bir seçimin, bir filtrelemenin, bir ön kabulün ürünüdür.

Bir erkek sosyolog veriyi analiz ederken stratejik düşünür: örüntüler, korelasyonlar, neden-sonuç ilişkileri…

Bir kadın sosyolog ise aynı veriye baktığında insan hikâyelerini görür: öyküler, duygular, bağlamlar.

İki bakışın da eksik olduğu bir noktadayız. Toplumu anlamak için hem analitik hem empatik olmak gerekiyor. Ama sosyoloji, hala bu iki taraf arasında tarafsız kalmayı beceremiyor.

Bu yüzden sormak istiyorum:

- Sosyoloji, gerçekten toplumun sesini mi dinliyor, yoksa kendi akademik jargonunun yankısını mı?

- Bir köydeki kadınla bir üniversitedeki akademisyenin “gerçekliği” aynı yöntemle ölçülebilir mi?

- Ve en önemlisi: veri toplamak mı, yoksa anlamak mı asıl mesele?

---

Son Söz Yerine: Belki de Yöntemleri Değil, Niyetleri Tartışmalıyız

Sosyolojide kullanılan veri toplama teknikleri elbette önemlidir, ama kutsal değildir. Onlar da tıpkı toplumu incelediğimiz aynalar gibidir: ne kadar parlatırsak parlatabilelim, kendi yansımamızı da gösterirler.

Erkeklerin sistematikliğiyle kadınların sezgiselliği birleşmedikçe, sosyoloji hep eksik kalacak. Çünkü toplum hem akıl hem duygu, hem strateji hem empatiyle anlaşılır.

Belki artık sormamız gereken soru şudur:

Veriyi mi topluyoruz, yoksa kendimizi mi ölçüyoruz?
 
Üst